Google
Image Hosted by Resim-Yukle.com ***** BU SİTEYİ ANA SAYFAM YAP *****
   
  Siteme Hoşgelidiniz
  Büyük OrtaDoğu Projesi
 
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ ( BOP )

Batının meşhur Şark projesinin; Osmanlı’nın paylaşılması ve kurulacak İsrail devleti için önemli kararların alındığı siyonist Basel Konferansının üzerinden uzun yıllar geçti. Bu “Şark meselesi” diye ortaya atılan, İslam dünyasını tutsak etme ve köleleştirme konseptine dayanan stratejiyi İngiltere ve Fransa, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın Almanya ile beraber yenik sayılmasıyla tam istedikleri gibi amacına ulaştırdılar. Osmanlı coğrafyasında kendileri ile işbirliği yapan bazı kabilelerin de yardımı ile yirminin üzerinde irili ufaklı kukla devletler kuruldu. Ancak 1975’ten sonra Ortadoğu’da özellikle İran İslam Devriminden sonra meydana gelen gelişmeler, Amerikan deniz piyadelerinin Lübnan’dan çıkarılmaya mecbur bırakılması, Hizbullah’ın güçlenmesi, intifada, anti-Amerikancı ve anti-Siyonist hareketler, Batının ve ABD’nin bölgedeki sosyo-ekonomik ve siyasal çıkarlarını tehdit etmeye başlamıştı.
Diğer taraftan en önemli stratejik ortak İsrail, 1967 Altı Gün Savaşları’nda (Six Day Wars) işgal ettiği topraklarda rahat değildi ve artık kendini güvende hissetmiyordu. İşte bu durumdan son derece rahatsız olan ABD ve İsrail, bugün bu projeyi İngiltere’yi de yanlarına alarak “Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi” adı ile tekrar sahneye koymaya başladılar. Zira Irak’ın işgal edilme gerekçelerinin, gizlenen en önemli temel dinamiği budur.
Ortadoğu’ya barış, demokrasi, özgürlük, istikrar getirme iddiaları, ABD ve İsrail’in gerçek yüzünü bilmeyen, taktik ve stratejik planlarından haberi olmayan geniş halk kitlelerini aldatmaya yönelik manüplasyonlardan ibarettir. Bu aldatmaca ve manipülasyonlar o kadar güçlüdür ki, Müslüman halklar, yaşama mücadelesi veren geniş yığınlar kendi vatanlarında bazı bilim adamları, sanatçı, yazar ve politikacıların siyonist politikalara destek veren B. Lewis, Z. Brezinski, S. Hantington, P. Wollfovitsch, G. Fuller, M. Grosman gibi yahudi kökenli, ve yine Francis Fukuyama, Daniel Bell türünden tarihin sonunu Batı medeniyeti ve modernite ile açıklayan, ABD dış politikasını yönlendiren danışman ve stratejisyenlerin çürütücü ve öldürücü fikirlerini savunduklarını anlayamazlar. Çünkü merhum Edward Said’in mükemmel şekilde analiz ettiği gibi, topyekün İslam dünyası emperyalizme hizmet eden çok uluslu medya tarafından, “haberlerin ağında” tekrar inşa edilmekte, kendilerini ayakta tutan, kimlik veren tarihsel ve toplumsal değerleri tümüyle yok edilmektedir. Tarihsel serüvenlerinde direniş ve uyanış ruhlarını İslam’ın kendisinden alan Müslümanların gününümüzde, kendilerine hakim olan iktidarlar tarfından, çağdaşlık, batılılaşma, ilericilik, medenileşmek, asrileşmek, modernleşmek, Avrupa birliğine girmek adına sonu belli olmayan kaotik bir ortama kanalize edilmesi, teşbihte hata olmaz ilkesi gereğince ve tabiri caizse kıblenin, “Mekke’den Brüksel’e çevrilmek istenmesi” Samuel Hantington’un deyimi ile Müslüman kökenli halklarda patolojik düzeyde bir “kimlik yırtılmasına ve çatlamasına” yol açmaktadır. Böylesi şizofren bir durum ise, bir toplumun başına gelebilecek en büyük kültürel facialardandır. Zira bu öyle bir süreçtir ve tarihi tecrübe delili ile sabittir ki; sonu mutlaka bir toplumun ve medeniyetin yok olması ile sonuçlanır. Filhakika insanlığın tarihi serüveninde bu yargımıza numune-i imtisal teşkil edecek yüzlerce örnek vardır.
Dinler arası diyalogun işlevi
Bu bağlamda, yani Müslümanların direniş ve uyanış ruhunu yok etmek için özellikle İslam ülkelerindeki dini eğitim; anti emperyalist ve anti Amerikancı boyutundan soyutlanarak “cihad, gaza, şehadet, tağut, şeriat, hizbullah, hizbuşşeytan, kafir, mümin, mele, mütrefin, belam, Allah yolunda cihad, Allah’ın adıyla hükmetmeyenler” gibi Kur’an’i kavramlar yasaklanmalı, bu terimleri kullanan Müslümanlar kovuşturmaya tabi tutulmalıdır. Çünkü bir medeniyeti, köleleştirmenin, yok etmenin en önemli koşulu, onu asli ve beslendiği kaynağından uzaklaştırarak kendi kendine yabancılaştırmaktır. Şüphesiz bu bağlamda kurumsal boyutu ile Vatikan patentli postmodern bir misyonerlik hareketi olan Dinler Arası Diyalog projesi çok önemli bir işlevsellik görmektedir. Diyaloğun dayandığı en önemli dinamiklerden birisi, Kur’an ve sahih sünnetin hıristiyan ilahiyatına (teoloji) yönelttiği keskin eleştirileri manüpe etmek, gizlemek sureti ile, yahudilik ve hıristiyanlığı tevhid sürecinde muharref, tahrif olunmuş din kategorisinden kurtarmak ve bu dinleri Müslümanların nezdinde, kadim geleneğe ve uygulamalara aykırı olarak İslam’la eş bir düzeye yükselterek kaotik bir oluşturmak, halkın zihinini allak bullak ederek Müslümanların hıristiyanlaşmasını sağlamaktır. Bundan dolayı Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’nin stratejik derinliklerinde Dinler Arası Diyaloğun çok önemli bir yeri olduğu gibi, özellikle eğitim, sanat ve kültür alanında çürütücü ve öldürücü bir alinasyon programının mündemiç olduğu asla unutulmamalıdır. Öyle ki, daha şimdiden Amerikalı danışmanlar bu amacı gerçekleştirmek için Milli Eğitim ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kapılarını aşındırmaktadırlar. Hatta ABD’li stratejistler işi o kadar ileri götürdüler ki, camilerde hutbelerin ABD’nin Irak’ı işgaline karşı okunmaması ve yaygınlaşan anti-Amerikancı eğilimlerin önüne geçilmesi gereğini hükümete deklere ettiler. Böyle bir girişim, ancak koloni valileri nezdinde anlaşılabilecek bir tutumdur.
Diğer taraftan Pentagon’a servis yapan Cherly Benard’ın kaleme aldığı “Sivil Demokratik İslam, Ortaklar, Kaynaklar, Stratejiler” adlı seksen sekiz sayfalık rapora göre Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesinin başarıya ulaşması için etnik merkezli dini, mezhebi, meşrebi ve dil farklılıklarının meydana getirdiği sorunların körüklenmesi, radikal, fundamentalist, sufi, anti laik, laik, milliyetçi guruplar arasındaki fikir ayrılıklarının derinleştirilmesi suretiyle kontrollü bir çatışmanın tertip edilmesi gerğinden bahsedilmesi manidardır.
Buna ilaveten rapora göre İslam ülkelerinde Batı kültürü ile yetişmiş, İslam’ı sosyo-politik, ekonomik ve kültürel alandan soyutlayarak onu sadece vicdani bir olgu olarak gören laik ve buna yakın milliyetçi, sosyalist kesimlerin desteklenmesi gereği önemle vurgulanmaktadır. Gerekirse Irak’ta olduğu gibi İran, Suriye, Endonezya ve uzak vadede Türkiye’nin de içinde bulunduğu “şer cephesi”ni oluşturan ülkelerde yeni sınırların çizilmesi öğütlenmektedir.
Zira Ortadoğu’nun petrol ve enerji kaynaklarının kontrol edilip Batı’nın hizmetine sunulması ancak suni olarak oluşturulmuş Amerikancı sözde devletçiklerle mümkün gözükmektedir. Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’nin gizli değil, açık ve seçik amaçlarından birisi bu olmasına rağmen, Türkiye’nin ancak tarihsel, siyasal ve toplumsal derinliği olmayan bireylerin inanacağı, dış gerçekliği olmayan, saf bir temenniden başka bir anlam taşımayan,”medeniyetlerin buluşması, kaynaşması” tezinden hareketle projeye “eş başkanlık” yapması, hakikaten akıllara durgunluk verecek bir gelişmedir.
İsrail’in güvenliğini sağlamak
Gerçekte, şimdiki yeni adıyla Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi, en az on yıldır üzerinde konuşulan bir yapılanmadır. Bu projenin gizlenen en önemli üç temel dinamiği vardır.

1) İsrail’in güvenliği: Projenin mimarlarına göre, eğer İsrail Tanrı Yehova’nın vaad ettiği kutsal topraklarda Mesih Devletini kurup sonsuza kadar yaşayacaksa, kıyamete yakın Megiddo yahut Hatay’ın Amik ovasında kafirlerle (yani Müslümanlarla) yapacakları Armegadon savaşını kazanmaları için, ünlü siyonist dergi Kivinium’un da açıkça vurguladığı gibi, Nil’den Fırat’a kadar tüm bölge ülkelerini parçalayarak kolonize etmek şarttır. Bundan dolayı İsrail’de devlet aygıtını elinde tutan Ortodoks ve Siyonist Yahudilere göre, Filistinlilerle ve bölgedeki Müslüman ülkelerle asla barış yapılamaz. Barışı düşünmek, kutsal kitap Tanah-Tora’ya ihanettir.
Hatırlanacağı üzere Yigal Amir –ki kendisi hahamlık eğitimi alıyordu– İzak Rabin’i barışı desteklemekle yahudiliğe ihanet ettiği için öldürmüştü. İsrail eski Dışişleri Bakanı Moşe Dayan açıkça dünya kamuoyu önünde şöyle demişti: “Hiçbir yahudi, Tanah-Tevrat’la sınırları belirlenmiş olan Arz’ı Mev’ud’dan (Tanrı’nın vaad ettiği, Nil’den Fırat’a kadar uzanan topraklar) taviz veremez.”
Bugün bizzat yahudi halkı tarafından Sabra ve Şatilla, Beyrut kasabı olarak adlandırılan Ariel Şaron, Moşe Dayan’la aynı fikirde olduğu için vahşi katliamları sürdürmektedir. Öyle ki, İsral’in çevresinde güçlenecek herhangi bir İslam ülkesi bölgesel güç haline gelerek Ortadoğu’yu kontrol ederse, bu Tanrının seçkin kavminin sonu olur. Böylesi bir gelişme, geçmişte İsrail halkını tutsak eden Nabukadnezar, İkinci Sargon, Antiakos, Titus dönemlerinin acılı günlerine dönüş demektir. İşte ABD’de iktidarı elinde bulunduran “evangelistlerle” [Başkan Bush sadık bir evangelisttir ve evangelistlere göre, Mesih’in gelmesinin temel koşullarından birisi, Ortadoğu’yu mutlak olarak Müslümanlardan arındırmak ve Mesih’i gelmeye zorlamaktır] İsrail’in Ferisi kökenli fundamentalistlerinin görüşleri örtüştüğü için, İsrail’in güvenliği, projenin en önemli öğesidir. Hatta Bush’tan çok önce başkan olan Jimy Carter, Elizabeth sinagogunda yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: “Biz yahudilerle aynı kitaba ve aynı Tanrıya inanıyoruz; bundan dolayı bizim için İsrail’i korumak politik değil, dini ve ahlaki bir görevdir.”
Yine eski Başkanlardan William Haur Taft, ABD’yi “New İsrail” [Yeni İsrail] olarak adlandırmıştı. Öyle ki, Vietnam’da savaşmaktan kaçan demokrat B. Clinton, Kanada Toronto Üniversitesinde yaptığı bir konuşmada, “gerekirse İsrail için Filistinlilerle göğüs göğüse çarpışmaya hazır olduğunu deklare etmiştir”.
Enerji ve ekonomik kaynakların sorunsuz kontrol edilmesi

2) ABD’nin bölgedeki enerji ve ekonomik kaynakları sorunsuz kontrol etmesi: Bu nasıl yapılabilir? İlk önce İslam ve İslam’ı referans alan hareketler anti emperyalist öğelerden soyutlanarak depolitize edilmelidir. Hatta öyle olmalı ki, bir Müslüman, siyasetten bahsedip sömürüye, baskıya, horlanmaya, insan hakları ihlallerine karşı çıkarak insanca bir hayat yaşamak, işgalcilerin vatanlarından çıkmasını isterse; hemen ona radikal, fundamentalist, asi, yahut terörist damgası vurup elimine edilmelidir. Hatta Felluce ve Telafer’de olduğu gibi, camilerde bile olsa katledilmelidir. Tabii demokrasi ve barış adına. Aksi takdirde ABD’nin Ortadoğu, Fas, Sudan, Hazar havzası, Afganistan, İran, Kazakistan ve Çin’e kadar uzanan petrol ve enerji kaynaklarını denetlemesi çıkmaza girecektir. Zira topyekün bölge halklarında gelişecek anti-emperyalist hareketler, İran tipi yapılanmalar, projeyi bloke edebilir. Bundan dolayı Büyük Ortadoğu Projesi’nin vazgeçilmez bir gereği olarak, İslam dini ve Müslümanlar, ABD patentli bir din paradigması ile insanî ve kozmik düzlemde pasifize edilmiş bir yapılanmaya indirgenmelidir. Tıpkı Eski başkan W. Wilson’un öngördüğü gibi; Ortadoğu halkları demokrasi, barış, insan hakları, hukuk devleti, kalkınma vaadleri ile köleleştirilmelidir. Başkan Wilson, Pentagon’da yaptığı bir konuşmada açıkça şöyle demiştir: “Bizim Üçüncü Dünya Ülkelerine ve İslam dünyasına demokrasi, insan hakları, özgürlük götürmekteki esas gayemiz, gerçekte bu halkları ABD çıkarlarına göre eğitmek ve evcilleştirmektir.” Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde bugün bu işi özellikle Türki cumhuriyetlerde Amerikan yanlısı darbelerin en önemli finansörlerinden olan Soros’la yakın işbirliği içinde olan National Endowmwnt For Democrasy Vakfı yürütmektedir. Demokrasi vaadi ile bütün sivil toplum örgütlerini ve oluşacak partileri finans desteği ile satın alarak, sözde muhalefetler oluşturmak, tüm toplumu batılı değer yargılarına ve çıkarlarına göre dönüştürmek ve sonuçta hangi parti gelirse gelsin ABD’nin çıkarlarını ilelebet sürdürmek. Tabi buna “demos Chratos” [halkın yönetimi] denmez, sadece bir harf değişikliği ile bir şey denilebilir ki, o da “demon Chratos”tur. Yani Şeytanın Yönetimi.

3) Kontrollü destabilizasyon: Ortadoğu’da kontrolü elden kaçırmamak kaydı ile bölgedeki etnik, dini, mezhepsel, dilsel, kültürel farklılıklar çatışma haline getirilerek, bölge istikrarsızlaştırılıp kolonize edilecektir. Çünkü istikrar ve büyüme, bölgeye İslam ülkelerinin egemen olmasını sağlayabilir; bu da bölgede ABD çıkarlarını ve İsrail’in güvenliğini tehdit edeceğinden, sadık müttefik Türkiye dahil, hiçbir İslam ülkesi Ortadoğu’yu tek başına kontrol edebilecek güce asla ulaşmamalıdır. Çünkü barış döneminde bile olsa, halkı Müslüman olan ülkeler daima potansiyel bir tehlikedir. Zira Alber Haurani’ye göre İslam ve Müslümanların Batı için tehdit oluşturması günümüzle, İkiz Kuleler’in vurulmasıyla, Endülüs’le, Malazgirt’le, İstanbul’un fethi ve Viyana kuşatmasıyla açıklanamaz. Bu tehdit ve tehlike, ta Hz. Muhammed’in evrensel düzlemde, tüm insanlığı kapsayan peygamberliğini Mekke’de ilan etmesiyle başlamış bir süreçtir. Bunun için, İslam ülkeleri fersah fersah Batı ve İsrail’in gerisinde olmalıdır. Aksi bir gelişme olursa siyonist İsrail, “Tanrının seçkin ve sorgulanamaz kavmi” olarak, Irak’ta Ozirak üssünü tahrip ettiği gibi, İstanbul ve Tahran’ı menziline alan Jeriko-2 ve Jeriko-3 nükleer füzelerini kullanabilir. Ancak hemen hatırlatalım ki, tüm yahudiler siyonist ve ırkçı değildir. Özellikle Yeniden Yapılanmacılar, Humanistler, Reformistler bu kategorinin dışındadırlar. Zira bu gruplar; kökeni Ferisi geleneğine dayanan ortodoks-rabbinik anlayışı merkeze alan katı, otoriter, fundamentalist ve radikal yahudilik yorumunu benimsemezler.

Ortadoğu’daki Olumsuzluklar B O P’ a Gerekçe :

Taslağa göre Büyük Ortadoğu 22+5 ülkeyi kapsıyor. Yani 22 Arap ülkesinin yası sıra İran, Pakistan, Afganistan, Türkiye ve İsrail. (Amerika, Mısır, İsrail ve Türkiye aynı zamanda eş başkanlık yapıyor. 2004 yılından beri Tayyip Erdoğan eş başkan.) Yine bu metne göre Büyük Ortadoğu, içinde barındırdığı potansiyellerle uluslararası toplum -özellikle de G-8’ler - için her an patlamaya hazır barut fıçısı misali ciddi bir tehdit oluşturuyor. Aynı zamanda kaçırılmaması gereken önemli fırsatlar da sunuyor. BM’nin 2002-2003 yıllarında ‘Arap İnsani Gelişimi’ ile ilgili hazırlamış olduğu iki ayrı rapora sık sık atıflar yapılıyor. Ürkütücü olarak nitelenen bu verilere göre:

Yetişkin Arapların yüzde 40’ı -65 milyon kişi- okuma yazma bilmiyor ve bu sayının üçte ikisini kadınlar oluşturuyor.

Toplumun sadece yüzde 1.6’sı internet kullanma imkanına sahip ki bu da -Büyük Sahra Çölü’nün güneyindeki Afrika ülkeleri dahil- dünyadaki tüm bölgeler içinde en düşük oranı teşkil etmektedir.

Arap İnsani Gelişim Raporu, her 1000 Arap vatandaşına düşen günlük gazete sayısının 53’ten az olduğunu belirterek, bu oranın gelişmiş ülkelerde 285’i bulduğuna dikkat çekiyor.

Arap ülkelerinin yayınladığı kitap miktarı dünya toplamının ancak yüzde 1.1’ni teşkil ediyor (ki bunların yüzde 15’ini dini kitaplar oluşturuyor). Üniversite mezunlarının 1/4 yurtdışına göç ediyor. Teknoloji büyük oranda dışarıdan ithal ediliyor.

11 milyon kişinin konuştuğu Yunanca’ ya tercüme edilen kitap sayısı, Arapça’ ya oranla 5 kat daha fazla.

22 ülkeden oluşan Arap devletlerinin toplam ekonomik girdisi İspanya’nınkinden daha az.

Bölgede işsizlik oranındaki dengeler mevcut haliyle devam ederse 2010 yılında 25 milyon kişi işsiz olacak.

Bölge insanının üçte biri günde 2 dolardan daha az bir gelirle yaşamaktadır. Yaşam standardının düzeltilmesi için, bölgenin ekonomik gelişimi mevcut durumun iki katına yani yüzde 3’ ten en az yüzde 6’ya çıkarılmalı.

2010 yılında 50 milyon, 2020 yılında da yaklaşık 100 milyon Arap genci işhayatına atılacak. İş hayatına yeni atılacak olan bu gençlerin istihdamı için en az 6 milyon işe ihtiyaç var.

2002 yılında hazırlanan Arap İnsani Gelişim Raporu’na göre, yaşları ilerlemiş gençlerin yüzde 51’i başka ülkelere göç etmeyi istiyor. Göç etmek istedikleri yerlerin başında Avrupa ülkeleri geliyor.

Arap ülkelerindeki kadınlar, parlamentodaki sandalyelerin sadece yüzde 3.5’ni işgal ediyorlar. Kıyaslayacak olursak bu oran Büyük Sahra Çölü’nün güneyindeki Afrika ülkelerinde yüzde 8.4’tür.

Freedom House’ ın 2003 yılında hazırladığı rapora göre yapılan tasnifte, Büyük Ortadoğu ülkeleri içerisinde sadece İsrail ‘özgür’ olarak tanımlanmış; Diğer ülkelerden sadece 4 ülke ‘kısmen özgür’ olarak nitelenmiştir. Arap İnsani Gelişim Raporu, 90’lı yıllar itibariyle dünyadaki 7 bölge içinde Ortadoğu’nun özgürlük konusunda en az dereceyi elde ettiğine dikkat çekmiştir. ‘İfade özgürlüğü’ konusundaki sıralama listesinde Arap ülkeleri dünyadaki en alt derecededir. [1]

Jeopolitik, jeoekonomik, ve jeostratejik öneme sahip Ortadoğu’daki siyasi, askeri, kültürel ve ekonomik sorunların oluşturduğu gerginlik başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkeleri tedirgin etmektedir. Ortadoğu’daki kültürel farklılık, gençlerin karamsarlığı, kadınların sosyal hayattan dışlanmışlıkları, ekonomik gelişim, refah düzeyi, bilgi birikimi, demokrasi ve özgürlük gibi sorunlar yumağının oluşturduğu kaos ve gerilim böyle devam ederse G-8’lerin ulusal çıkarlarına ciddi tehditler oluşturacağı projede öngörülmektedir.

Buna bir de siyasi, askeri ve İslami faktörler de eklenince batı için tehlikenin boyutları önü alınamaz bir hal alıyor. Bunun bilincinde olan ABD, yanına AB’yi, G-8’leri ve NATO’yu da katarak bu barut dolu fıçıyı yedi katlı pastaya dönüştürmenin yollarını arıyor. Tabi proje bu haliyle pastadan pay alacak söz konusu ülkeler için cazip hale geliyor.

Demokrasi, Özgürlük, Kalkınma, Refah vs. vs.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin basına sızdırılan taslak metni demokrasi, özgürlük, reform, kalkınma hamlesi ve refah gibi kavramlarla yaldızlanmıştır. Emperyalist odaklar, uzun yıllar bölgede zülüm ve inkar politikalarından bezmiş, sömürü ve yoksulluktan usanmış kitlelere sundukları yalan vaatlerin sempati toplayacağını, yerli despot rejimlere muhalif eğilimlerin kendileriyle iş tutacağını ve böylece bölge üzerindeki emperyalist hedeflerini adım adım gerçekleştirmeyi ummaktadırlar.

Ortadoğu üzerindeki kontrollerini kaybetmekten çekinen emperyalist güçler, bölgedeki sorunları kendi yöntemleriyle ve kendi lehlerine olmak üzere halletmek istiyorlar. Tamamen emperyal dürtülerle hazırlanan bu plan ve projeler tıpkı eskiden olduğu gibi yaldızlı kavramlarla süslenerek sunuluyor. Uluslararası zorba güçler, daha önce bölgeyi işgale geldiklerinde medeniyet götürme, uygarlaştırma ve imar etme kavramlarının arkasına sığındılar. Türkçe’ deki ‘sömürü’ kelimesinin yerine Arapça’ da imar etmek anlamında isti’ mar kavramı emperyalistlerce Arapça ’ya yerleştirilmiş ve günümüzde hala kullanılmaya devam etmektedir. Modern emperyalizm ise özgürlük, demokrasi, insan hakları ve refah düzeyi gibi albenili kavramlar kullanarak işgal ve sömürüyü meşru göstermeye çalışmaktadır.

BOP, Ortadoğu’daki Sorunları Çözme İddiasında

Kadın haklarından STK’ lara, ekonomik kalkınmadan ümmilikle mücadeleye varan geniş bir yelpazede sorunlar gündeme getirilip bunların halledilmesi için pratik ve uygulanabilir çözüm önerileri ortaya atılıyor. Üretilen projeler, Ortadoğu halklarının dertlerine derman olmaktan çok emperyalistlerin kısa ve uzun vadeli çıkarlarını gözeten bir yaklaşımla hazırlanmış durumdadır.

Büyük Ortadoğu Projesi, uluslararası kurumlar tarafında hazırlanan gerçekten de içler acısı rapor sonuçlarından yola çıkarak veya bunları gerekçe göstererek kendi emperyal hedefleri doğrultusunda planlar ve sözde çözüm önerileri sunuyor. Ortadoğu’daki kronikleşmiş sorunları halletme iddiasıyla tasarlanan BOP’ ta öne sürülen sözde çözüm önerilerini uygulamaya yönelik BM, G-8’ler ve AB’nin desteği talep edilmektedir. Sorunların çözümü için de öncelikle üç ana konuda reform yapılması öngörülmüştür:

Demokrasi ve İyi Yönetimin Desteklenmesi

Bilgi Toplumunun İnşası

Ekonomik Fırsatların Genişletilmesi

STK’lara Teşvik

Söz konusu ülkelerde demokrasinin gelişimi ve iyi yönetimin teşvik edilmesinde özellikle sivil toplum kuruluşlarına büyük önem atfediliyor. G-8’lerin STK’lara çok yönlü katkıda bulunması, deneyimlerini aktarması, teknik ve maddi yardım sağlaması bekleniyor. Bölge devletlerine STK’ların özgürce faaliyet yapmalarına kolaylık tanımaları hususunda baskı yapılması, teknik donanımlarının temin edilmesi, gelişmiş ülkelerdeki benzer kuruluşlarca desteklenmesi ve bunun için karşılıklı ziyaretler yapılması tavsiye ediliyor.

STK’lar aracılığıyla yerel hükümetlerin reformları gerçekleştirmesinde baskı oluşturulacak ayrıca yöneticilerin uygulamalarının sürekli kontrol altında olması sağlanacaktır. STK’lara biçilen en önemli işlev ise, yerel despotlara ve küresel zorbalara karşı yükselen tepkileri nötre etmektir.

Eğitim Reformu

Bilgi toplumunun inşasına temel olması bakımından okuma-yazma oranını yükseltmek gerektiği, bunun için de ümmilikle mücadele kampanyalarının düzenlenmesi ve temel eğitimin yaygınlaştırılması BOP’ta yer alan bir başka proje. Bu amaçla kütüphanelerin zenginleştirilip çoğaltılması, dünya klasiklerinin Arapça’ya yeniden kazandırılması, bilimsel araştırma yapan akademilerin açılması, mesleki eğitim veren okulların desteklenmesi, internet kullanımının yaygınlaştırılması gibi bir düzüne çözüm önerileri sunuluyor. Tüm bunlar eğitim reformu adı altında planlanıyor.

Taslak metinde yer almayan ancak eğitim reformundan asıl amaçlanan müfredat dilinin değiştirilmesidir. Örneğin Arap ülkelerinde uygulanmakta olan okul müfredatlarında İsrail, düşman ve işgalci olarak belirtiliyor ve Filistin direnişi övülüyor. Allah yolunda cihad, zulme ve işgale karşı direniş gibi konuları içeren dersler veriliyor. Bu üslup ve dilden vazgeçilmesi isteniyor. İslami motiflerle yoğrulmuş eğitim müfredatıyla yetişen nesillerin hem fikirsel hem de kültürel olarak batı tarzı düşünce ve yaşama aykırı olacakları varsayılıyor. Bu da kendileri açısından fikirsel ve kültürel iki sakıncayı beraberinde getiriyor. Fikirsel olarak batıya karşı olma ciddi bir muhalefet kitlesinin oluşmasını sağlıyor. Kültürel anlamda batıya karşı çıkmak da yaşam tarzlarına, yeme, içme ve giyme gibi tüketim alışkanlıklarına bir anlamada karşı duruşu ifade ediyorlar. Tüm bunlar emperyal çıkarlara zara verdiği gibi aynı zamanda silahlı mücadeleye kadar varan diğer muhalif eğilimlere de zemin hazırlıyor.

Büyük Ortadoğu Para Fonu

Ekonomik reform paketinde ise, Uluslararası Para Fonu (IMF) benzeri Büyük Ortadoğu Para Fonu’nun tesis edilmesi, ayrıca Büyük Ortadoğu Kalkınma Bankası’nın kurulması öngörülüyor. Serbest ticaret bölgelerinin inşa edilmesi, teknoparkların kurulması, küçük işletmelerin ve az sermaye isteyen proje sahibi girişimcilerin mikrofinans kuruluşları aracılığıyla sağlanacak kredilerle desteklenmesi gereği üzerinde duruluyor.

Ekonomik reformdan amaç, aslında bölgeyi sömürülmeye daha uygun hale getirmektir. Yani gelir seviyesini yükselterek alım gücünü artırmak, böylece modern tüketim toplumu oluşturmak ve bölgenin gerek insan kaynakları gerekse de hammadde olarak barındırdığı potansiyelden azami düzeyde istifade etmektir. Bölgenin barındırdığı genç ve dinamik insan gücünü düşük maliyetlerle yerinde istihdam ettirerek üretim çarkına katmak istenmektedir. Böylece hayat standartları yükselecek olan genç ve dinamik kitlelerin istenmeyen yönlere kanalize olmasının önüne de geçilmiş olacaktır.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin taslak metininde uluslararası kuruluşlar tarafından gerçekleştirilen araştırma sonuçlarının ortaya koyduğu sorunlar büyük oranda bizim vakıamızı yansıtıyor. Bunların bir-ikisi dışında itiraz edeceğimiz pek bir şey de yok. Ortaya sunulan çözüm önerileri de -emperyal güdüler görmezden gelinirse- aslında cazip ve mantıklı. Tüm bunlardan olsa gerek söz konusu ülkelerde bir kısım İslami çevreler dahil bazı kesimler bu projeye destek veriyor. Tıpkı bizde malum kronik sorunların çözüleceği umuduyla AB’ye girmenin desteklenmesi gibi. Tamda burada büyük yanılgı söz konusudur. Çünkü Büyük Ortadoğu Projesi’ni hazırlayan emperyalist güçlerin basına sızdırdıkları bu taslak metin, çok boyutlu planlarının sadece makyaj kısmıdır. Diğer bir ifadeyle bahane ve gerekçeleridir. Tıpkı Afganistan ve Irak gibi ülkeleri kötü rejimlerden ve diktatörlerden kurtarma, demokrasi ve özgürlük getirme vaatleriyle işgal ettikleri gibi.

BOP, Devletleri Değil Halkları Hedef Alıyor ( ! )

Büyük Ortadoğu Projesi’nin vurgulanması gereken en önemli özelliklerinden biri de sanıldığının aksine rejimleri değiştirmeyi değil toplumları dönüştürmeyi amaçlamasıdır. Afganistan ve Irak işgali bu gerçeği değiştirmez. Zira salt rejimlerin değişmesiyle toplumdaki muhalefet eğilimi yok edilemez, emperyalistlere karşı hızla büyüyen potansiyel tehditlerin de önü alınamaz. Irak direnişi bu gerçeği net olarak ortaya koymuştur. BOP’ ta ısrarla vurgulanan ekonomik, siyasi ve kültürel reformlar, Ortadoğu’daki toplumsal dönüşümün temel taşlarını oluşturmaktadır. Askeri müdahaleler ise bu dönüşümü destekleyen bir figürdür sadece. Bunun için işgale karşı çıkıldığı gibi en az onun kadar büyük bir toplumsal dönüşüm ve modernizasyon projesi olan BOP’ a da karşı çıkılmalı ve tavır alınmalıdır. Zira söz konusu olan toprak işgalinden ziyade zihin ve tasavvurun hatta tüm yönüyle hayatın kuşatılması ve işgal edilmesidir.

Sorunlarımızı Kendimiz Çözmeliyiz

İslam ülkelerinde insan hakları ihlalleri, özgürlük, demokrasi ve despot yönetimler gibi bir yığın sorun olduğu tartışılmaz bir gerçek. Bu müşkülatı kimlerin başımıza musallat ettiği dost-düşman herkesin malumu ve farklı düzlemde ele alınması gereken önemli bir konu. Bundan daha önemlisi ve bizim tartışmamız gereken sorunlarımızın nasıl çözüleceğidir. Emperyalist güçlerin sorunlarımızı çözeceğine inanmak, onlardan medet ummak yanılgıların en büyüğü olsa gerek. Kaddafi örneğinde somut olarak ortaya çıktığı üzere dünya hegemonyasına talip emperyalist güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri sürece diktatörlerle bir sorunları yok. Dün şer mihveri addedilen, terörist damgasıyla yaftalanan bugün saygın ve muteber olabiliyor. Kendi halkına uyguladığı ve uygulamaya devam ettiği cinayetler görmezden geline biliniyor.

İçte despot rejimlerin baskısı, dışta emperyal güdülerle hareket eden şer odakların tehdidi arasında mengeneye sıkışmış Ortadoğu halkları, kendilerini ehveni şer tercihi yapma durumunda hissetmemeliler. Kısa vadeli menfaatlere iltifat etmemeli, emperyalistlerin yüzeysel çözüm önerilerini muteber görmemeliler. Yerli zorbaların zulmü ve inkar politikalarının kızgın çölünde kavrulan bölge halkları, -özellikle mazlum Kürt halkı- küresel despotizmin cazibeli vaatlerine aldanmamalıdır. Zira bu cezzap vaatler, tıpkı seraba benzer ve peşinden koşan insanları ancak helake sürükler. Küreselleşen dünyada birincil de olsa kendi sorunlarımızın çözümü, ortak ızdırabı çektiğimiz diğer mustaz’af halklarla ortak tavır geliştirmektir. Çünkü bölgemizde dönen planlar ve yapılan hesaplar sonuçta herkesin aleyhinedir. Derdimize deva diye emperyal güçlerce allanıp pullanarak önümüze sunulan çözüm önerilerinin zehirli bal şerbeti olduğunun şuuru ile tavrımızı belirlemeli ve bu bilinçle hareket etmeliyiz. Saddam’ın zulmü altında yüz binlerce can veren Irak halkının Saddam’a da Hayır, ABD’ye de Hayır! diyen onurlu direnişi örnek alınmaya değer basiretli bir tavırdır.

Siyonist – Emperyalist  Mega Proje : BOP

Aslında Büyük Ortadoğu Girişimi’nin tek bir projeden oluştuğunu söylemek yanlış olur. Bu girişim, projeler bütününden oluşan çok boyutlu mega projedir. Bu mega projeyi oluşturan alt projelerden bir kısmı henüz son şeklini almamış ve üzerinde tartışmalar devam etmektedir. Diğer bazıları ise aslında son bir-iki yıldır uygulamaya konulmuş durumda.

Örneğin bölgede ciddi bir gerilime neden olan İsrail-Filistin sorununun çözümü iddiasıyla öne sürülen Yol Haritası Planı bunun önemli bir parçasıdır. İsrail’in güvenliğini Dünya güvenliğinin esası olarak gören ABD, İsrail-Filistin ‘barışı’ nı sağlama iddiasıyla Yol Haritası Planı’nı hazırlamış ve uygulamaya koymuştur. Yol Haritası Planı’nın üç temel unsuru olan Filistin yönetiminde reform, direniş hareketlerinin tasfiyesi ve İsrail’in güvenliği argümanlarından yola çıkarak bu planın Filistin özelinde tüm Ortadoğu ülkeleri üzerinde uygulanacak bir proje olduğu tespitinde rahatlıkla bulunabiliriz. Kısaca reform, tasfiye ve güvenlik olarak özetleyebileceğimiz Yol Haritası Planı, sadece Filistin’de değil Büyük Ortadoğu ülkelerinin tamamını kapsayacak boyutta ve Büyük Ortadoğu Projesi adıyla uygulamaya konulmaktadır.

Ayrıca 2003 yılı başında Ürdün’de düzenlenen Dünya Ekonomi Forumu gündemi itibariyle bu bağlamda gerçekleştirilmiştir. Yine projenin kültürel ayağının oluşturulması amacıyla bölgedeki ülkelerde son bir yıldır haftada 3-5 kez düzenlenen kadın-eğitim gibi konuların işlendiği seri konferanslar da bu meyanda vuku bulmaktadır. Kültürel dönüşümün hızlandırılması amacıyla eğitim müfredatlarını değiştirilmesine yönelik baskılar ve el-Hurra tv gibi girişimler yine bu kapsamdadır.

En Büyük Terör İşgaldir

Ortadoğu’da derhal çözülmesi gereken en büyük sorun siyonist - emperyalist işgaldir. Ama ne hikmetse BOP, işgal terörüne hiç mi hiç değinmemektedir. Siyasi, kültürel ve ekonomik araştırmaların ortaya koyduğu istatistiklere büyük önem atfeden BOP, Siyonist işgal sonucu Filistin’de günde kaç kişinin yaşamını yitirdiğine, kaçının yaralandığına, kaç evin yerle yeksan olduğuna ve ne kadar toprağın gasp edildiğine yer vermiyor. Bakanlar kurulu kararıyla suikastlar düzenleyen İsrail’in devlet terörü mevzubahis dahi edilmiyor. ABD işgal ordusunun Afganistan ve Irak ’ta işlediği vahşet cabası. Terörün en büyüğü olan işgalin Ortadoğu’da yarattığı gerilim gözardı ediliyor. işgal terörünün doğurduğu sonuçların bölgenin en ciddi sorunu olduğu gerçeği görmezden geliniyor.

Ortadoğu’da Siyonist -emperyalist işgal belası son bulmadıkça ve küresel despotizmin zorba rejimlere vermekte olduğu muşum destek çekilmedikçe Ortadoğu, emperyalist güçler ve işbirlikçileri için her an patlamaya hazır barut fıçısı olamaya devam edecektir. Ne Yol Haritası planları, ne Büyük Ortadoğu projeleri ve ne de askeri müdahaleleri bu barut fıçısını hülyalarını süsleyen yedi katlı pastaya asla dönüşmeyecektir. Filistin ve Irak İntifadaları bunun şahididir.
 
 
  Bugün 19 ziyaretçi (29 klik) kişi burdaydı! # Samanalevi Netkafe # #

Click here to send this site to a friend!

# *

 
 

Myspace Graphics
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol